qWeRTyScreaM Admin
Mesaj Sayısı : 140 Kayıt tarihi : 23/11/08 Yaş : 33
| Konu: ÜLKEMİZDE FUTBOLUN DOĞUŞU Paz Kas. 23, 2008 8:46 pm | |
| ÜLKEMİZDE FUTBOLUN DOĞUŞU |
Ülkemizde futbolun ilk olarak 19. yüzyılın son çeyreğinde oynanmaya başladığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde Selanik'te yakılan ilk ateş, zamanla Bornova çayırlarına kadar yayılmıştır. İlk futbol kulübü ise yine İzmir'de İngilizler tarafından kurulmuştur. Daha sonra ise İstanbul'a bulaşan bu güzel salgın, Kadıköy ve Moda çayırlarını etkisine almasıyla beraber neredeyse tüm kentin ilgisini çekmeyi başarmıştır. 1897 yılında İzmir'den gelen karmanın İstanbul karmasıyla karşılaşması, Türk topraklarındaki ilk futbol maçı olarak tarihe not düşülmüştür. İlk Türk futbol takımı ise Fuad Hüsnü Bey ile Reşat Danyal Bey tarafından devrin hafiyelerinden kaçabilmek adına İngilizce isimle kurulan 'Black Stocking' olmuştur. Bu takımın Rumlarla Papazın çayırında 1901'de oynadığı maç ise bir Türk takımının ilk futbol maçı olarak kayıtlara geçmiştir. Genelde İstanbul'da yaşayan İngilizlerin başı çektiği, ayrıca Rumların da katılımıyla genişleyen futbol sevgisi, arka arkaya futbol kulüplerinin kurulması sonucunu doğurmuştur. İngilizlerin ve Rumların ortaklaşa kurduğu Kadıköy Futbol Kulübü bu anlamda İstanbul'un ilk kulübüdür. Fakat çıkan anlaşmazlıklar neticesinde İngilizler Moda Futbol Kulübü'nü kurmuş, ardından Kadıköylü Rumlar, Elpis ve Imogene kulüplerini kurarak İngilizleri takip etmiştir. Bunun ardından aynı takımların katılımıyla 1903 yılında İstanbul Futbol Ligi kurulmuştur. İstanbul'da bir futbol liginin kurulması, bu coğrafyada futbolun daha da yaygınlaşacağının ilk işareti olmuştur. Türk gençlerinin de bu yeni kurulan takımlara olan ilgisi, zamanla 'Biz niye bir futbol takımı kurmuyoruz'' fikrine dönüşünce ilk resmi futbol takımımız da ortaya çıkmıştır. 1905'te Mekteb-i Sultani'nin 10. sınıf öğrencileri, arkadaşları Ali Sami Yen'in önderliğinde Galatasaray'ı kurmuştur. Galatasaray, 1905-1906 sezonunda İstanbul Ligi'ne katılmış, 1907-1908'de ise kazandığı ilk şampiyonlukla Türk futbol tarihi için bambaşka bir başlangıcı müjdelemiştir. Ardından Fenerbahçe ve Beşiktaş onları takip edince Türk futbolu yeni bir boyuta doğru ilerlemeye başlamıştır. Türkiye'de futbolun tam olarak yeşermeye başladığı periyot 1908-1923 yılları arasıdır. II. Meşrutiyet sonrası esen özgürlük havasında yeni takımlar kurulmuş, bu arada Türk takımları da varlıklarını ciddi bir şekilde teyit ettirmiştir. İstanbul'un ardından İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa, Adana ve Trabzon şehirlerinde futbol büyük bir hızla yayılmaya başlamıştır. Pazar Ligi, Cuma Ligi, İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve İstanbul Şampiyonluğu Ligi bu dönemin önemli organizasyonları olmuştur. Daha sonrasında yaşanan savaşlarla beraber futbol, yaklaşık 11 yıllık bir sekteye uğramıştır. Erken Cumhuriyet dönemi, Türkiye'de başka birçok alanda oldu gibi futbolda da ilk önemli hamlelerin atıldığı bir dönüşüm süreci olmuştur. Kazanılan zaferin getirdiği rüzgârla yeni bir ulusun temelleri atılırken, modernleşme ve dünyanın ileri medeniyetleri seviyesine erişme emeli bu yeni ulusun ilk hedefidir. Bilim, sanat ve spor olmak üzere her alanda yeni bir yapılanma ve oluşum söz konusudur. Türk sporunun ilk teşkilatı olan Türk İdman Cemiyetleri İttifakı'nın kurulmasının ardından Yusuf Ziya Öniş başkanlığında ilk Türk Futbol Federasyonu 1923 yılında Şehzadebaşı'ndaki Letafet Apartmanı salonunda yapılan toplantıda 'Futbol Heyet-i Müttehidesi' adıyla kurulmuştur. Ardından FIFA'ya başvurulmuş ve Türkiye 21 Mayıs 1923 tarihinde FIFA'nın 26. üyesi olmuştur.
FIFA üyesi Türkiye, ilk milli maçını Cumhuriyetin ilanından üç gün önce oynar. 26 Ekim 1923 tarihinde İstanbul Taksim Stadı'nda Romanya'yla oynanan bu maç 2-2 sonuçlanmıştır. Ardından gelen dönemde Milli Takım'ı 1924 Paris Olimpiyatlar'na hazırlaması için İskoçya?dan Billy Hunter getirtilmiştir. Hunter, Türk futbolculara çağdaş futbolu tanıtan ve sistemli bir şekilde çalıştıran ilk teknik adam olmuştur.
Yine 1924 Paris Olimpiyatları'nda Çekoslovakya'yla oynanan ve 5-2 kaybedilen maç, kayıtlara Milli Takım'ın yurtdışındaki ilk maçı olarak geçmiştir.
1936'ya kadar süren bu dönemde ilk Türkiye Şampiyonası Ankara'da yapılmış ve şampiyon Harbiye olmuştur. 1924'te FIFA'nın isteğiyle Sovyetler Birliği-Türkiye maçını Hamdi Emin Çap'ın yönetmesi ise bir Türk hakemin ilk kez bir milli maçta görev yapması anlamına gelir. İlk kez hakem ve antrenör kursu açılması da yine bu döneme rastlamış, ilk deplasmanlı lig kapsamındaki Milli Küme maçları da yine bu dönemde tertip edilmiştir.
1938 yılında Türk Spor Kurumu'nun kaldırılması ve Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'nün Türk sporuna hâkim olmasıyla beraber futbol da devlet yönetimine geçmiş olur.
Bir sonraki dönem, Türk futbolunun gelişmesinin devamı diye özetlenebilir. 1952'de profesyonelliğin kabulü, 1954'te Milli Takım'ın İsviçre'de düzenlenen Dünya Kupası'na ilk kez katılması, yine bu dönemde bazı Türk oyuncuların yurtdışında top koşturması önemli gelişmelerdir. Türk Milli Takımı aslında 1950 yılında, tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerinde mücadele etme hakkını kazanır. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, tam 12 yıl sonra Dünya Kupası'nın yeniden düzenlenmesine karar verilmiştir. Finaller, savaştan yeni çıkan Avrupa'da değil, sırası gelen Amerika kıtasında oynanacaktır. FIFA, bu konuda fazla düşünmez ve Dünya Kupası finallerini düzenlemek için can atan Brezilya'da karar kılar. Ancak bu karar Türkiye için ciddi bir darbe olmuştur. Çünkü elemelerde Suriye'yi 7-0 gibi ezici bir üstünlükle mağlup eden Milli Takımımız, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle dünyanın öbür ucundaki Brezilya'ya gidemeyecektir. Yine de Dünya Kupası hasretimiz çok uzun sürmez. 1954 Dünya Kupası finalleri İsviçre'de oynanacaktır. Milli Takımımız elemelerde İspanya ile eşleşir. Bütün dünya gibi İsviçreliler de İspanya'nın finallere katılacağına o kadar inanmıştır ki, hatıra eşyalarına İspanyol bayraklarını bile işlettirmiştir. Milli Takımımız, Madrid'de oynanan ilk maçı 4-1 kaybettiğinde hiç kimse şaşırmaz zaten. Ama bu işin bir de İstanbul'u vardır. Ay-yıldızlı on birimiz, rövanş maçını 1-0 kazanır. O dönemlerde averaj kuralı uygulanmamaktadır. İsviçre'deki finallere gidecek takımı belirlemek için tarafsız sahada üçüncü bir maçın daha oynanması gerekmektedir. Tarafsız saha ise İtalya'nın başkenti Roma'dır. 90 dakikanın sonunda skor tabelasına 2-2'lik sonuç asılmıştır. Dönemin statüsünde uzatmalar ya da penaltılar yoktur. İsviçre biletini alacak takımı kura atışı belirleyecektir. Atışı yapacak kişi ise maç sırasında top toplayıcı olarak görev yapan bir İtalyan çocuğudur. Maçtan önce Türk futbol tarihine geçeceğinden habersiz olan Franco isimli çocuk, hakemin ve kaptanların yanına gelir. Kaptanımız Turgay Şeren "Yazı" demiştir. Franco'nun parayı havaya fırlatmasıyla küçük metal parçasının yere düşmesi arasında geçen süre sanki bir asır gibidir. Meraklı gözler paranın üzerine eğildiğinde, yazı bölümünün Milli Takımımıza İsviçre yolunu işaret ettiğini görür. Türkiye, tarihinde ilk defa Dünya Kupası finallerindedir. Ancak finallerdeki performansımız umulanın çok gerisindedir. İlk rakibimiz Federal Almanya karşısında 2. dakikada Suat Mamat'ın attığı golle 1-0 öne geçsek de 14. dakikada Schaefer, 52. dakikada Klodt, 60. dakikada O.Walter ve 81. dakikada Morlock'un gollerine engel olamayarak sahadan 4-1'lik yenilgiyle ayrılırız. İkinci maçtaki rakibimiz zayıf Güney Kore'dir. Suat'ın 10 ve 30, Lefter'in 24, Burhan'ın 37, 64 ve 70, Erol'un da 76. dakikada attığı gollerle Güney Kore'yi sahaya çıktığına pişman ederiz: 7-0. Bu arada Almanlar Macaristan'a yenilmiş ve bir kez daha rakibimiz olmuştur. Ancak Milli Takımımız Almanlar karşısında ilk karşılaşmadaki kadar bile direnç gösteremez. 22. dakikada Mustafa ve 82. dakikada Lefter'le bulduğumuz gollere 7. dakikada O.Walter, 12 ve 79. dakikalarda Schafer, 31, 60 ve 71. dakikalarda Morlock, 62. dakikada da F.Walter'le karşılık veren Almanlar maçı 7-2 kazanıp ümitlerimizi sona erdirir.
1950'lerden 1960'lara uzanan sürecin kilometre taşları, İstanbul, Ankara ve İzmir'de profesyonel futbol liglerinin kurulması, diğer şehirlerde futbol kulüplerinin hızla çoğalması, Avrupa kupalarında Galatasaray, Göztepe ve Fenerbahçe'nin elde ettiği başarılı sonuçlar, ayrıca bazı kulüplerde oynamaya başlayan yabancı futbolcular olmuştur. 1962 yılında UEFA, Türkiye'nin tam üye olduğunu duyurur. Yine 1962-63 sezonundan itibaren Avrupa Kupa Galipleri Kupası'na katılacak takımları belirlemek üzere Türkiye Futbol Federasyonu 'Türkiye Kupası' organize eder. Ayrıca 1967 yılında 20. UEFA Genç Milli Takımlar Şampiyonası Türkiye'de düzenlenir. 70'ler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de önemli bir değişim sürecini getirmiştir. Bunun en belirginlerinden biri yabancı teknik direktörlerin Türkiye'de daha fazla boy göstermesidir. Nitekim önce İngiliz Brian Birch, ardından Brezilyalı Didi çalıştırdıkları takımlarla Türkiye Ligi'nde başarılı sonuçlara imza atmışlardır. Aynı tarihler içinde Milli Takım istikrarsız sonuçlar almaya başlamıştır ve aynı durum kulüplerimizin Avrupa kupası maçları için de geçerlidir. Ayrıca bu dönemde çok sayıda Yugoslav oyuncu da liglerde top koşturur ki, bu durum neredeyse 90'lı yıllara kadar devam eder. 70'ler, Türk futbolunda "Anadolu İhtilali"nin yaşandığı dönemdir aynı zamanda. Trabzonspor, 1974 yılında yükseldiği Türkiye Ligi'nde ikinci sezonunda şampiyonluğa ulaşmış, çok kısa bir süreçte 6 şampiyonluk elde ederek futbolun Anadolu'ya yayılmasında da öncü bir rol üstlenmiştir.
80'li yıllarda değişen yönetim anlayışıyla beraber futbolda da aynı süreç hüküm sürer. Birkaç münferit başarının yanında çok kayda değer gelişmeler yaşanmaz. Ama Jupp Derwall'in Türkiye'ye gelmesi ve Galatasaray'ı sistemli futbol oynayan bir takım haline getirmesi, bir şeylerin değişeceğinin ilk göstergelerinden biri olmuştur. Nitekim Galatasaray'ın Derwall döneminde yardımcılığını yapan Mustafa Denizli yönetiminde 80'li yılların sonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynaması her şeyin bambaşka bir bakış açısıyla değişebileceğinin ilk göstergelerinden biri olur. Aynı dönemlerde, 1989 yılında devrin Başbakanı Turgut Özal'ın da desteğiyle Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına Şenes Erzik atanmış ve bu da Türk futbolu için önemli milatlardan biri olmuştur. Erzik'le beraber altyapıya verilen önem artmış, daha sistematik çalışma şartları oluşturulmuştur. 90'lar bu anlamda Türk futbolunun atılım ve devrim yıllarıdır. 1990 yılında Erzik, UEFA Kongresi'nde ilk Türk temsilci olarak İcra Kurulu üyeliğine getirilirken, iki önemli komisyonun da Asbaşkanlığına seçilmiştir. Tüm altyapı yatırımları 1992'de meyvesini vermiş ve A Genç Milli Takım tarihte ilk defa Avrupa Şampiyonu olmuştur. Bu başarının tesadüfi olmadığı, sonraki yıllarda elde edilen diğer sonuçlarla desteklenmiş, gençlerimiz, 1994 ve 2005 yıllarında iki kez daha Avrupa Şampiyonluğu'nu elde etmiştir. |
| |
|